28 Mayıs 2008 Çarşamba

27 Mayıs’a bakmak ve 2008’i anlamak

AKP’nin kapatılma davası, Ergenekon operasyonu, darbe tartışmaları devam ederken, 27 Mayıs’ın yıldönümünde, bugünkü süreci anlamak için geçmişe bakmak her zamankinden daha önemlidir. Türkiye’de siyaset sahnesi, solun ciddi bir odak olarak tarih sahnesine çıktığı dönemler dışında düzen içi blokların çatışmaları ile geçmiştir. Kemalist elitler ve muhafazakarlar diye tasnif edebileceğimiz bu iki blok Osmanlı’nın son dönemlerinden beri karşı karşıya gelmektedir ve 27 Mayıs darbesi bu çekişmedeki kritik süreçlerden biridir. Doğru siyaset yapabilmek her zaman için doğru bir teoriyi gerektirir ve doğru teori de ancak tarihsel süreçlerin soyutlanması ile elde edilebilir. Dolayısıyla 48. yıldönümünde 27 Mayıs darbesi her zamankinden daha fazla incelenmeyi hak etmektedir.

Türkiye tarihinin en çok tartışılan darbesi, kimilerine göre ilerici bir devrim kimilerine göre ise demokrasinin askıya alındığı bir olaydır. Dolayısıyla 27 Mayıs darbesine dair bir yazı yazılırken, bu yazıyı darbeci, ultra demokrat yada uzlaşmacı bir eğilimle noktalamak bir gelenek haline gelmiştir. Kuşkusuz yazarın tarafsızlığından değil ama belki başka bir tarafta olmasından dolayı bu yazının akıbeti diğerlerine benzemeyecektir.

Yukarıda Kemalist elitler ve muhafazakarlar diye adlandırdığımız iki kanatın bu çekişmesinin tarihi çok eskiye dayanmaktadır ve bu tarih içerisinde Kurtuluş Savaşı sürecini dışarıda bırakırsak her iki eğilimin de bugüne kadar –başta İngiliz sonrasında Amerikan- emperyalizmiyle kol kola yürüdüğünü gözlemleyebiliriz. Kemalist iktidarın, savaşın hemen sonrasında toplanan ilk iktisat kongresinde İngilizlere göz kırpması ve daha sonrasında İngilizlerle imzaladığı anlaşmalar bağımsızlıkçı tutumunun ne kadar kalıcı olduğunun göstergesidir. Muhafazakarlar diye adlandırdığımız DP-AKP çizgisinin kendisi zaten bulduğu her fırsatta işbirlikçilikte sınır tanımadığını deklare etmekten çekinmemektedir. Her oyuncunun emperyalizme bağlı olduğu bir oyunda bağımsız atılan adımlar aramak son derece saçmadır. Türkiye’de düzen kutupları arasındaki bu çatışmalarda iç dinamikler kadar dış dinamiklerin de ciddi bir etkisi vardır. 2. Dünya Savaşı sırasında faşizm özentisi politikalar uygulayan CHF’nı kurtarmaya Türkçülük-Turancılık davaları yetmemiştir. Toplumsal meşruiyeti oldukça yıpranmış ve kadrolarının belirli bir kesiminde devletçilik gibi liberalizme “uzak” tonlar taşıyan bir CHP’nin yerini Demokrat Parti’nin alması kaçınılmazdır. Kaçınılmaz olan gerçekleşmiş ve özellikle toprak reformuna ürettiği direnç ile toprak ağalarında ve büyük burjuvazide bir taraflaşma yaratmayı başaran Demokrat Parti iktidara gelmiştir. Kısacası düzenin sağ kanadı hem CHP’nin yıpranması hem de dünya konjonktürü ve emperyalizmin göz kırpması ile iktidara gelmiştir. 27 Mayıs darbesi ise bu sürecin tersten yaşanmasıdır. 1950lerde Türkiye’nin içine girdiği kriz süreci DP iktidarını yıpratmıştır. Emperyalizmin içine girdiği eğilim ve ekonomik yapılanmanın farklılaştığı ve Marshall planı kapsamında daha fazla kredi alamayan DP iktidarının yeni krediler için Sovyetler Birliği’ne yöneldiği bir dönemde gerçekleşen 27 Mayıs’ın ilk açıklaması “NATO’ya ve CENTO’ya bağlıyız” olmuştur. Kısacası 27 Mayıs Kemalist elitlerin ABD’den icazet alarak yada en azından göz kırparak gerçekleştirdiği bir darbedir.

27 Mayıs’ın getirdikleri ve götürdükleri nelerdir?

27 Mayıs’ı gerçekleştiren darbecilerin birçoğu anti-komünist eğilimleri son derece güçlü olan kişilerdi ki daha sonrasında tasfiye edilen Alpaslan Türkeş liderliğindeki ekip MHP’nin de kurucuları olmuştur. Ancak ilk açıklaması NATO’ya ve CENTO’ya bağlıyız olan ve birçok anti-komünist subay tarafından gerçekleştirilen bu darbe Türkiye’de sol hareketin önünü büyük ölçüde açmıştır. DP iktidarının baskıcılığına, dışa bağımlılığına, sömürücü kimliğine, geri ideolojilerle kurduğu bağa karşı oluşan tepkilere önderlik ederek iktidara gelen 27 Mayıs hareketi doğal olarak demokrasinin, özgürlüklerin, kamuculuğun, bağımsızlıkçılığın, planlamanın vs. bir erdem olarak görüldüğü bir dönem başlatmıştır. Darbecilerin niyetlerinden ve isteklerinden bağımsız olarak açılan bu dönem ve bu dönemin ortaya çıkardığı 1961 anayasası toplumda çeşitli arayışları ortaya çıkartmıştır ve solun yükselebileceği bir zemin oluşturmuştur. 60lı yıllardaki sol yükselişi belirleyen iç dinamiklerden biri darbenin toplumda yarattığı bu ilerici arayışlardır. O dönemde solun teorik zaafları bulunduğu aşikardır, bu zaaflar dolayısıyla bu yıllarda Türkiye solunun belli kesimleri toplumda oluşan bu arayışı bir devrim stratejisine kanalize etmek yerine ordudan görev beklemeyi tercih etmişlerdir ancak bu gerçek 60-70 arasında gerçekleşen sol yükselişin ve 27 Mayıs’ın açtığı sürecin bu yükselişteki katkısını değersizleştirmemektedir. 27 Mayıs darbesinden Türkiye solunun çıkartması gereken en büyük ders düzen içi çatışmaların ilerici arayışlar üretebileceğidir. Düzen içi blokların önderliği ile bu önderliğin hitap alanında olan kitle arasında, özellikle karşı karşıya geliş dönemlerinde, bir açı oluşabilmektedir ve bu açı bu kesimlerde belli arayışları ortaya çıkartmaktadır. Sol bu arayışlara önderlik edebildiği ölçüde güçlenebilir. 27 Mayıs’ta darbeyi yapan klik yukarıda da belirttiğimiz gibi sol düşmanıydı ancak DP iktidarı ile karşı karşıya geliş sürecinde 27 Mayıs’ın kullandığı söylemler toplumda ilerici ve bağımsızlıkçı eğilimlerin ve arayışların güçlenmesini sağladı. 27 Mayıs’ın önderliği bu arayışlara adres olabilecek bir nitelikte olmadığından bu arayışlar da kendine düzen dışı solda yer buldu.

Bugünden 27 Mayıs’a bakarken nasıl bir tablo görmek gerekmektedir?

Öncelikle söylenmelidir ki bugün Türkiye’de ikinci bir 27 Mayıs beklemek akıl dışıdır. 27 Mayıs çok özgün bir dünya konjonktüründe ordu hiyerarşisini de bozmuş olan bir darbedir. 27 Mayısçılar bir yandan Türkiye kapitalizminin bekası için adım atarken diğer yandan ABD’den onay alarak bir müdahalede bulunmuşlardır. Ancak bugün bakıldığında ABD emperyalizmi Büyük Ortadoğu Projesi için kesinlikle AKP’ye ihtiyaç duymaktadır ve kısa vadede AKP projesinden vazgeçmeyecektir. 27 Mayıs’ın gerçekleştiği dönemde Türkiye’de etkin bir sol örgütlenme yoktur ve bu anlamda 27 Mayıs’ı gerçekleştiren kadrolar sol düşmanı olsalar dahi yaptıkları işte solu hesaba katmamışlardır. Ancak 60-80 arasında sol hareket ile ciddi bir kavga süreci yaşayan Türkiye egemen sınıfları, içinden geçtiğimiz dönemde solun güçlü olmamasına rağmen, atacakları her adımda solu hesaba katmaktadır. Dolayısıyla 27 Mayıs gibi radikal bir çıkışın bundan sonra Türkiye topraklarında gerçekleşmesi çok olası değildir buna ne iç ne de dış odakların niyeti vardır.

O zaman günümüzde şiddetlenmekte olan bu düzen içi gerilimlere karşı sol nasıl bir tavır almalıdır?

Bugün yaşanan süreç Türkiye’de ilericilik, kamuculuk, bağımsızlıkçılık anlamında elde kalan her şeyi tasfiye etmekte ve Türkiye’yi ABD’nin uydusu olacak bir ılımlı İslam cumhuriyetine doğru sürüklemektedir ve bu süreç toplumun geniş kesimlerinde tepkisellikler de yaratmaktadır. Kemalist bloğun siyasal aklını oluşturan ordu özellikle 22 Temmuz’dan itibaren AKP’ye karşı açıklama yapmamayı tercih etmektedir. Bununla birlikte ortada 22 Temmuz’dan aldığı yenilgi sonrasında tüm iddiasını yitiren bir CHP vardır. Bu anlamda AKP’ye karşı tepkiselliği olan geniş kitleler ciddi bir arayış içerisine girmiştir. Türkiye solu ikinci bir 27 Mayıs’ın imkansızlığından olanak çıkartmalıdır. Bugün Kemalist kliğin önderliğini yapan unsurların büyük bir kısmı ciddi bir sessizlik içerisindedir ve bu süreçte sol AKP karşıtı arayışların odağı haline gelebilir. Eğer AKP karşıtlığında tutarlı ve bütünlüklü bir politika izlenebilirse, yargı gibi kurumların yaptığı açıklamalardan da sol kendine bir enerji yaratabilir, çünkü genel olarak bu kurumlar şu anda bir akıl tutulması ve dağınıklık hali yaşamaktadır ve toplumun önüne koyacak bütünlüklü bir mücadele hattından ve projeden yoksundur. Toplumun bu denli taraflaştığı ve arayış içine girdiği bir dönemde sol, siyaseti cam akuvaryumun içindeki balıkları izler gibi izleyemez. Sol bu sürece müdahale etmeli ve taraflaşmanın boyutlarını değiştirerek kendini bir taraf haline getirmelidir. Bu anlamda solun önünde duran en büyük görev bugüne kadar AKP’ye yönelen ve çeşitli noktalarda orta sınıf kimliği taşıyan tepkileri işçi sınıfı mücadelesi ile buluşturmaktır. SSGSS ve özelleştirmeler gibi emek düşmanı politikaların yoğunlaştığı bir dönemde AKP karşıtı mücadeleye işçi sınıfının damgasını vurmak gereklidir. Bu sayede toplumdaki aydınlanmacı, bağımsızlıkçı eğilimlerin işçi sınıfı mücadelesi ile birleştirilmesi çok kritiktir. Çünkü bu eğilimlerin gerçekleşebilmesinin tek şartı bugün gericiliği ve bağımlılığı yaratan sömürü düzeninin ortadan kaldırılabilmesidir.

Bu noktada özellikle yerel seçimler başlığında solun önünde ciddi bir görev durmaktadır. Türkiye solu yerel seçimlerde AKP karşıtı odaklar yaratmak zorundadır. Tutarlı ve kararlı bir AKP karşıtlığı, Türkiye’de düzen siyasetinin etkisi altındaki çeşitli kesimleri de sola çekebilecek bir siyasi hattır. Seçimler Türkiye’de ortaya çıkan tepkiselliklerin ve arayışların sola kanalize edilebilmesi için önemli ve çok kritik bir dönemdir. Sol seçimlerde özellikle yerelliklerde AKP karşıtı bağımsızlıkçı, ilerici odaklar oluşturmalıdır bu başarılamadığı takdirde düzenden bağımsızlaşma eğilimi gösteren tepkisellikler ve arayışlar bir kez daha CHP’ye yada başka düzen partilerine terk edilmiş olacaktır.

6 yorum:

Meryem Yıldırım dedi ki...

gerçekten de "tarihsel süreçten soyutlanarak",doğru bir teoriden hareketle yazılmış sağlam bir siyasi yazı...fazla retorik konuşuyosun ama erdem...kalemine sağlık...MERYEM

Erdem Akyol dedi ki...

yazı baya iyi... benim düşüncem, 60 darbesine yol açan faktörlerde, iç dinamiğin çok belirleyici olduğu.. emperyalizmle kurulan ilişkiden öte, ordudaki hiyerarşinin altüst edilmesi önemli... bu anlamda bir radikalizm var... bu tip radikal hareketlerde de hep bir geleceğe dönük toplum projeksiyonu var.. bu tabii sınıfsal egemenlik ilişkilerinden bağımsız değil ama yine de bir tür kurucu irade aracılığıyla toplumu dönüştürme anlayışı, o dönemdeki siyasi konjonktürde ilerici.. yargının kurumsallaşması, yasama-yürütmede tekelleşmeyi önleyici müdahaleleler, sanayi sermayesinin ya da emperyalizmin etkisinden göreli olarak bağımsız... daha çok cumhuriyetin jakoben karakterini savunma çabası var .. İrem

Erdem Akyol dedi ki...

Yorumuna büyük oranda katılıyoum. 27 Mayıs darbesi sürecinde iç dinamik baskındır ve bir radikalizm vardır. Zaten aksini iddia etmek bizi komploculuğa düşürür. Ama kritik nokta bu radikalzmin emperyalizm ile bağları kopartmak gibi bir perspektifinin olmamasıdır. Dolayısıyla emperyalizmin onay vereceği bir dönemde gerçekleşen bir darbedir. Bununla birlikte DP'ye karşı gelişen bir muhalefet ister istemez ilerici bir söylem tutturacaktır. 27 Mayıs'ı değerlendirirken unutulmaması gereken Türkiye tarihinde özgün bir çıkış olmasıdır. 27 Mayıs radikalizminin açtığı kapı solun yükselmesini sağlamıştır ve bu nedenle burjuvazi kendi ürettiği bu tip bir radikalizmle hesaplaşmak istemektedir. Bu anlamda Y. Küçük'ün burjuva devriminin tamamlanması diye tariflemesi çeşitli hatalar barındırmakla birlikte doğru bir gözlemdir. Bugüne bakarken kritik olan burjuva öznelerden herhangi birinin benzer bir radikalizm gerçekleştiremeyeceğidir. Gelinen noktada emperyalizm ile ilişkiler ve burjuva öznelerin tarihten çıkarttığı dersler buna izin vermemektedir. Dolayısıyla bugün Türkiye solu AKP karşıtı arayışların odağı olmak için mücadele etmelidir.

blogalized dedi ki...
Bu yorum yazar tarafından silindi.
blogalized dedi ki...

Erdem eline sağlık, tahlil kısmının sağlamlığına laf yok da, son kısım hakkında benden naçizane:

Sunduğun çözüm yollarında eksik birşeyler var, aslında dönüp dolaşıp aynı yere çıkıyor, bu da temelsizlik ve kısa vadelilik. "AKP'nin karşısı"na konumlanma, ya da salt herhangi başka bir şeye karşılık üzerinden kalıcı başarı gelemeyeceğini düşünüyorum ben. Yani ana kriterler AKP karşıtlığıysa ve hayatında daha önce ABD'den icazet almamış olmaksa bu çok da temelli bir harekete kanalize edilecek bir konum gibi gelmiyor. Buradan bağlayarak "sol" olarak bahsettiğin pozisyonu da sadece bu konumlarla tanımlamanın da tehlikeli olduğunu düşünüyorum. Örneğin bu Kanaltürk'ün falan satılmasıyla inanılmaz biçimde hayal kırıklığına uğrayan, kendini hem AB hem ABD hem AKP karşıtı olarak konumlandıran, vatanı milleti sevdiğini iddia eden ve kendini solda gören insanlar var. Benim de çok yakınımda var mesela... Ama bu insanlar o "sol" dediğimiz anlayışın ne eşitlik-özgürlükçülüğünden, ne de sermaye ve neo-liberal politika karşıtlığından nasibini almamışlar. Tamam, senin bahsettiğin kitlelere ilişkin çeşitli profillerden sadece biri bu belki ama,yine de böylesine bir profil var ve bunun kalıcı bir sol binanın harcına nasıl katılabileceği sorusu geliyor akla.

Bence burada "sol" adına kurulacak bir temel gerekiyor ve AKP-ABD karşıtlığı, ve hatta bununla ilgili iktisadi ipliklerinin pazara çıkarılması bunun bir parçası olacaksa da, diğer parçasının da "sol"a ilişkin çok daha insani bazda yapılacak vurgular olması gerekiyor. Ve de, en önemlisi, bu ikisinin birbiriyle sıkı sıkıya ilişkili olduğu, biri olmadan diğerinin olmayacağının vurgulanması ve ÇÖZÜMün tüm detaylarıyla netleştirilip konması gerekiyor. Bilmiyorum saçma bir laf mı söyleyeceğim ama içimde uktedir; bir şeylere "hepdestektamdestek" olayım, hakikaten gönül vereyim, istiyorum ama ne kadar istesem de yapamıyorum. Hep bir şeylerin karşısında konumlanmaktan ben kendi adıma hakikaten sıkıldım.

Bir de tasarımcı gözüyle: siyah fon üstü beyaz yazı rengi gözü çok yoruyor :) Tam tersine çevirsen bariz sitenin hem okunabilirliği hem reytingi artar:) Belki daha az anarşist olur ama, o kadar olsun artık... Biçim işlevi takip etsin :)

Eray

Erdem Akyol dedi ki...

Bence biraz kendi solculaşma süreçlerimizden bakmak gerekiyor. Hiçbirimiz anne karnından kızıl bayrakla doğmadık okuduklarımız yaşadıklarımız ve yaşadığımız kırılma süreçleri bizi solcu yaptı ve kimimiz belki sırf kürt kimliği üstünden kimimiz ise kalkınmacı bir projesi olduğu için vs. solcu olduk ve zamanla dönüşerek solun evrensel değerlerini sahiplenmeye başladık. Siyaset dediğimiz olgu herşeyden önce bir dönüştürme işi bire bir örgütlenmek dediğimiz şeyin de özünde bu var ama çeşitli dönemlerde toplumun arayış içerisine girdiği anlarda toplumu ktleselolarak dönüştürme olanağı da buluyoruz. İşte bu yüzden AKP karşıtlığı çok önemli ve ben bunun kısa vadeli ve temelsiz olduğunu düşünmüyorum çünkü bugün AKP projesinin kendisi kısa dönemli bir proje değil. BOP devam ederken AKP 1 numaralı taşeron olmaya devam edecek bu yüzden AKP'ye karşı mücadele herhangi bir düzen partisine karşı mücadele değil. bence buün AKP'ye karşı mücadele aynı zamanda sol için bir iktidar mücadelesidir.
Mesela bu bağımsızlıkçı insanların solun evrensel değerlerine sahip olmadığını söylemişsin bu büyük oranda doğru ancak bugün içine girdiğimiz süreçte bu insanların önünde iki yol duruyor ya gerçekten samimi olarak bağımsızlık için sosyalistler ile birlikte mücadele edecekler ki bu süreç içerisinde dönüşecekler ve solun evrensel değerleriyle barışık hale gelecekler(ki şu an işin içinde olarak bu sürecin hızlı bir şekilde gerçekleştiğini görüyorum) yada kendilerini Kürt düşmanlığı üzerinden tanımlayacaklar ergenekon sempatizanı olacaklar ancak bu takdirde bağımsızlık isteminden vaz geçecekler. Biz gerici ve faşizan bir toplumsal dokuda sol değerleri savunuyoruz ve sınıflar mücadelesi veriyoruz dolayısıyla dönüştürülmesi hayli zor bir toplum var ve biz bu toplumda oluşan ilerici arayışları sola yakınlaştırmak solculaştırmakla bu süreci daha kolaylaştırırız. Çok verdiğimiz bir örnek belki ama bir kere daha söylemek istiyorum. Bugün yaptığımız iş bir kavga ise düşmana tekme atarken bir sabit ayağımız bir de tekmeyi vurduğumuz ayağımız var. Sabit ayağımız sol değerlere basıyor yani asıl gücü aldığımız yer sol değerler olmak zorunda ama düşmana tekmeyi savurduğumuz ayağımız burada bağımsızlık gibi siyasi söylemler oluyor. Eğer sabit ayağımızı yere basmassak tekmeyi atarken düşeriz ama tekmeyi vuran ayağımız tereddüt ederse de attığımız tekme etkisiz kalır.