28 Mayıs 2008 Çarşamba

Filler tepişirken çimenler ne yapmalı?

Düzenin kırılma dinamikleri yada filler tepişirken çimenler ne yapmalı?


Türkiye’deki egemen bloklar arasındaki çatışmaya dair bir yazıya başlamadan önce siyasetin nasıl algılanması gerektiğini vurgulamanın önemli olduğunu düşünüyorum. Siyaset, özellikle de devrimci siyaset bir kimlik deklarasyonu yada diğer öznelere göre bir konum belirleme olarak algılanmamalıdır, çünkü siyaset her şeyden önce bir taraflaştırma ve dönüştürme işidir. Ancak Türkiye solunun uzun yıllardır devam eden güçsüzlüğü, onu sadece kendi tavrını deklare eder bir konuma itmiştir. Sağlam teorik temele ve stratejiye dayanmadan atılmaya çalışılan cesur adımlar kimi durumlarda sınıf uzlaşmacılığı ile sonuçlanmıştır. Bugün Türkiye’de yaşanan süreç bu anlatılanlar çerçevesinde değerlendirilmelidir.

Ferda Koç, sendika.org’daki 5 Nisan tarihli yazısında egemen bloklar arasındaki çatışmada solun alması gereken tavrı tartışmış, her iki tarafın da gerici bir tarihsel kimliğe sahip olduğunu dolayısıyla bu çatışmadan ilerici bir dinamizmin çıkamayacağını ve solun gücünün de bu süreci zorlamaya yetmeyeceği kanaatine varmıştır. Vardığı bu kanaat doğrultusunda solun bu süreçte aldığı tavrın önemsenmemesi gerektiğini öğütlemiştir.

Türkiye’de muhafazakar-İslamcı kesimler ile Batılılaşmacı-modernist elitler arasındaki çatışmanın tarihi Türkiye Cumhuriyeti’nin tarihinden daha gerilere gider. Bütün bu tarih içerisinde, özellikle de cumhuriyet tarihi içerisinde bu düzen içi çatışmadan ilerici bir dinamizmin yaratılabildiği dönemler olmuştur ancak genel bir zaaf olarak bu süreçlerde sol hareket ya etkisiz kalmıştır yada çatışan taraflardan birine eklemlenmiştir. Dolayısıyla bu kırılmalarda yaratılan dinamizm sol adına bütünlüklü bir strateji ile iktidar alternatifi haline gelememiştir.

Bütün bu veriler değerlendirildiğinde sürece yaklaşırken bir titizlik gösterilmesinin önemi aşikardır. Öncelikle belirtmek gerekiyor ki bugün AKP ile Kemalist klik arasında yaşanan çekişme, Türkiye tarihi boyunca yaşanan çekişmelerden daha farklıdır. 90larda reel sosyalizmin çözülmesi ile birlikte emperyalizm eski müttefiklerine dair yeni projeler geliştirmiştir ve gereksizleşen uzuvlarını törpülemeye başlamıştır. Bir zamanlar Sovyetler Birliği’ne ve sosyalizm tehdidine karşı ‘başı dik’ durabilecek, egemen ve anti-komünist devletlere ihtiyaç duyan ABD emperyalizmi artık egemenliğini devretmiş, karar alma mekanizmasını Washington’a bırakmış devletlere ihtiyaç duymaktadır. Bu anlamda Balkanlar’dan başlayarak bir dönüşüm süreci yaşanmıştır ve emperyalizmle entegrasyon için kimi devletler bölünmüş kimilerinin ise iç dinamikleri törpülenmiştir. Büyük Ortadoğu Projesi’nin hayata geçirilmesiyle birlikte özellikle son yıllarda bu süreç Türkiye için de hız kazanmıştır. Bu anlamda AKP ile Kemalist klik arasındaki gerilim her zamanki gibi çift taraflı bir çatışmadan çok AKP’nin saldırılarına verilen güdük tepkiler halini almıştır. Kemalist kliğin bu süreçten kurtulmak için attığı en kritik adım olan cumhuriyet mitingleri de 22 Temmuz hüsranıyla sonuçlanmıştır. Seçimlerde alınan yenilgi sonrasında Kemalist klikte tam bir dağılma hali yaşanmaktadır. Kliğin siyasal aklı konumundaki TSK, AKP karşıtı açıklamalar yapmayı bırakmış hatta kritik dönemeçlerde AKP’ye arka çıkmaya başlamıştır. Özellikle türban meselesinin tartışıldığı dönemde neredeyse tek bir açıklama dahi yapmamıştır. 22 Temmuz sonrası düşünüldüğünde türban ve SSGSS gündemleri üzerinden yaratılmış AKP karşıtlığının da fırsat bilinmesi ile açılan bir kapatma davasının dışında Kemalist klik hiçbir adım atamamıştır. Bu dava da bir ortak iradeden öte bir tepkinin ürünü olarak görülmelidir. Çünkü bir dönem sonra cumhurbaşkanının atayacağı yeni isimler ile yargı kurumunun da kaybedileceği öngörülmektedir. Bütün bu veriler değerlendirildiğinde 22 Temmuz sonrasında Kemalist kliğin yenilgiyi kabul ettiği ve kendine dokunmayan konularda inisiyatif almaktan çekindiği görülmektedir. Bu tablo her iki egemen bloğun da ABD’ci olduğu ve Türkiye’nin önüne emperyalizmden bağımsız bir yol çizemeyeceği düşünüldüğünde son derece doğaldır. Çünkü şu an bölgede emperyalizm AKP’ye oynamaktadır. Bu nedenle Kemalist klik susup gelecekte kendine tekrar görev verilmesi ümitleriyle hayallerini başka bahara ertelemiştir.

Yukarıda söylenen veriler bir anlamda Koç’un ““Demokrasi”, “özgürlük”, “kimliklere saygı”, “laiklik”, “bağımsızlık” gibi kavramlarına karşın, iki iktidar bloğu da “kendi çatışmaları”nın “kurulu düzeni aşan” bir yönde gelişmesini önleme konusunda aşırı hassas” iddiasını destekler niteliktedir. Ancak bu tespitten solun önünde bir alan açılamayacağı çıkarımını yapmak son derece yanlıştır. Bugün AKP iktidarının bağımsızlık, laiklik, egemenlik gibi kavramlara gerçekleştirdiği saldırı birçok kesimde ciddi tepkisellikler yaratmaktadır ve bu süreçte AKP ile kavga etmekten çekilmiş Kemalist kliğin yönelimleri bu tepkisellikleri kapsayabilmekten son derece uzaktır. Bu durum toplumda bir arayışın doğmasına yol açmaktadır. Evet Koç’un bahsettiği gibi Türkiye’de solun toplumsal etkisi son derece kısıtlıdır ancak, solun toplumsal etkisini arttırmasının tek koşulu toplumda bu tür arayışların ortaya çıktığı dönemlerde etkili ve cesur siyaset yapabilmesiyle mümkündür. 1920lerde sol ile Kemalizm arasındaki mesafe nasıl Kemalizmin lehine kısaldıysa bugün aynı süreç tersten solun lehine işlemektedir. Bağımsızlıkçı ve aydınlanmacı duyarlılıklar bugün kendini ancak solda ifade edebilmektedir. Bunun dışında tanımlanan özneler gerek çeşitli süreçlerde tavır alamadığından, gerek emperyalizm yada çeşitli sermaye grupları ile kurdukları organik bağlardan dolayı inandırıcılığını yitirmiştir.

Bütün bu sayılanlarla birlikte Türkiye solunun önünde bir fırsat daha vardır. AKP’nin türban meselesi, emperyalizmle ilişkiler gibi başlıklardaki gerici ve işbirlikçi politikaları; SSGSS, özelleştirmeler vb. başlıklardaki emek düşmanı politikalarıyla birlikte yürümektedir. AKP hem bağımsızlıkçı ve laik tepkilerin odağı olurken hem de yeniden kıpırdanmaya başlayan emekçilerin tepkilerinin odağı haline gelmektedir. Bu anlamda cumhuriyet mitingleriyle birlikte daha fazla orta sınıf tepkiselliğine dayanmış olan AKP karşıtlığının merkezine emekçilerin ve solun yerleştirilmesi kolaylaşmıştır, daha doğrusu acil bir görev haline gelmiştir.

Türkiye’de ve dünyada sol harekette seksenlerle birlikte başlayan ve özellikle reel sosyalizmin çözülüşüyle birlikte hızlanan sınıf uzlaşmacı eğilimlere ve ‘yeni solcu’ zırvalıklara karşı, devrimci siyasette ısrar eden öznelerin bugün Türkiye’de yaşanan sürece ihtiyatlı ve titiz yaklaşması son derece doğaldır. Ancak Türkiye toplumunda bağımsızlıkçı, aydınlanmacı duyarlılıklara dayanan çeşitli arayışlar ortaya çıkmışken ve düzenin egemen unsurları bu arayışları kapsayamayacak kadar dağılmışken Türkiye’de sol siyaset kendini steril alanlara hapsedemez. Başta da söylediğimiz gibi siyasetin temelinde taraflaştırma ve dönüştürme fiilleri vardır ve Türkiye’nin karmaşık siyasi yapısı, Türkiye solcusunun gözünü kesinlikle korkutmamalıdır. Türkiye solu elbette NATO’cu generallerle yada ABD’yi müttefik olarak görenlerle işbirliği yapmayacaktır ancak bu unsurlardan kurtuluş bekleyen ve bu siyasi odakların etkisi altındaki kitlelerle bir etkileşime girmek, onları taraflaştırmak ve dönüştürmek zorundadır. AKP karşıtı güçlü bir siyasi hattın örülmesi bu kitleleri eski angajmanlarından da kopartacaktır.

“Sağlık hakkı”, “sosyal güvenlik hakkı” ve benzeri gündemlerde sokağa çıkmak kesinlikle önemlidir, ancak bu ve benzeri başlıklar bütünlüklü bir stratejinin parçası haline getirilmelidir. Bu anlamda AKP karşıtlığı çok önemli bir olanak sunmaktadır. AKP Türkiye tarihinin en işbirlikçi, gerici ve emek düşmanı partisidir. Bu anlamda emekçilerin mücadelesinin, anti-emperyalist mücadele ve aydınlanmacılıkla kuracağı bağ daha da güçlenmektedir. Türkiye solunun AKP’ye karşı vereceği kararlı bir mücadele hem işçi sınıfının aydınlanmacı ve bağımsızlıkçı görevlerini de ön plana çıkartacaktır. Ayrıca bu sayede, işçi sınıfı mücadelesi ve sol, bağımsızlıkçı ve aydınlanmacı duyarlılıklar üstünden çeşitli kesimleri kendi peşine takacak yada en azından bu kesimlerdeki sol düşmanlığını tarafsızlaştıracaktır.

Hiç yorum yok: