Genç Siviller hareketi, Siyasal Ufuk Hareketi ile başlayan ve daha sonrasında 27 Nisan’daki Genelkurmay bildirisine karşı Genç Siviller rahatsız şeklinde bir bildiri yayınlayarak ünlenen bir hareket. Hareket kendine sembol olarak pembe bir ayakkabıyı kullanıyor ve asker postalına karşı pembe Converse diyor. Hareketin liderlerinden Turgay Oğur ise ODTU Siyaset Bilimi mezunu ve yakın zamana kadar Sabancı Üniversitesinde çalışıyordu. Yapılan bir röportajda Turgay Oğur sivilliği tanımlarken, üniformalı olmamak tanımını kullanıyor ve üniformanın sadece insanın üzerinde değil zihninde de olabileceğinden bahsediyor. Cumhuriyet mitinglerini değerlendirirken ise bu mitinglere içeriği dolayısıyla karşı olmakla birlikte halkın sokağa inmesi taraftarı olduğunu ve kendisinin de savaş ve nükleer karşıtı eylemlere katıldığından bahsediyor. İşte tam da bu noktada Turgay Oğur’un zihninin ‘üniformalı’ olmadığını ama bukelamun kıvamında olduğunu görüyoruz. Halkın sokağa inmesini desteklediğini ve savaş karşıtı eylemlere katıldığını iddia eden Turgay, 1 Mart 2003’te ABD işgaline ortak olmak için var gücüyle çalışmış ve 1 Mayıs’ta işçi sınıfının bayramına karşı devlet terörü uygulatmış olan Adalet ve Kalkınma Partisinden İstanbul 1. Bölge milletvekili aday adayı oluyor. Eğer mesele, Büyük Ortadoğu Projesinin en büyük destekçisi, Irak işgaline ortak olmak için elinden geleni yapan, savaş yanlısı, emek düşmanı AKP’nin destekçisi bir grup gençten ibaret olsaydı Genç Sivillerin yaptıklarını kendi sivilliklerini bağlayıp konuyu önemsemeyebilirdik. Genç Sivillere dergimizin sayfalarında yer vermemizin asıl sebebi aynı hastalıklı eğilimin Türkiye solunun geniş kesimlerinde de ciddi bir etkiye sahip olmasıdır.
Emperyalizm ve her ülkedeki kapitalist sınıflar gücünü ekonomik yapılarının yanı sıra siyasi ve ideolojik manipülasyon yeteneğinden alır. Tarihe baktığımızda emperyalist kapitalist sistemin solun siyasetini belirlemesi ve kendine eklemlemesi çok eskilere dayanır. 2. Enternasyonal partilerinin kendi burjuvazilerinin yanında savaşa girip 1. Paylaşım Savaşında diğer ülkelerin işçilerine karşı savaşması düzenin bu manipülasyon yeteneğinin en güzel örneğidir. Yakın zamandan örnek vermek gerekirse Irak Komünist Partisi ele alınabilir. Saddam Hüseyin’e karşı yıllarca yer altında militan bir mücadele vermiş olan Irak Komünist Partisi ABD’nin Irak’ı işgaliyle birlikte demokrasicilik üzerinden bu emperyalist işgale karşı çıkmamış ve Irak halkı direnişe geçerken IKP ABD’nin kurdurduğu kukla hükümette yer almış ve işbirlikçi konumuna düşmüştür.
Türkiye tarihine baktığımızda ise düzene çeşitli kanallarla eklemlenme eğiliminin neredeyse cumhuriyet tarihi kadar eski olduğunu görürüz. Cumhuriyet tarihinin başından itibaren Türkiye solu önce Kemalist kadroların ilerici hedefleri olduğunu ileri sürüp oraya eklemlenmiş sonrasında CHP’nin faşizan uygulamalarına karşı toprak ağaları ve sermaye sınıfının bir bölümünün kurduğu DP’yi desteklemiştir. 60larda Adalet Partisinin teslimiyetçi politikalarına karşı ordudan medet uman sol 70lerde faşizme karşı CHP’yi desteklemiştir. Bütün bu süreçlerin ortak özelliği Türkiye solunun kadrolarının hepsinden sonra gözlerini hapishanelerde açması ve solun toplumsal etkisinin azalmasıdır.
Bugüne gelindiğinde ise tablo çok farklı değildir. Artık düzen üzen ‘sol’ özneleri sadece etkisizleştirmek amacıyla değil aynı zamanda düzen içi rakiplerine karşı kullanmak için de manipüle etmektedir. Ne kadar sol oldukları tartışılmalı olmakla birlikte son dönemlerden verilebilecek iki örnek bunun en güzel göstergesidir. Birincisi gericiliğe ve ABD’ye karşı NATO üyesi bir ülkenin ordusuna ilerici misyonlar çizen İşçi Partisi ve çevresidir. Yazının konusunun sınırlarını aştığı için bu örneğin üzerinde çok fazla durmayacağız. İkinci örneğimiz ise cumhurbaşkanlığı seçimleri sırasında, ÖDP Genel Başkan Yardımcısı Hakan Tahmaz’ın konuya dair Yeni Şafak gazetesinde yazdığı yazıdır. Tahmaz solun Kemalist elitlere karşı tavır geliştirerek cumhurbaşkanını meclisin seçmesi gerektiğini söylemesi ve bu anlamda Abdullah Gül’ün adaylığını desteklemesi gerektiğini öne sürdü. Aynı şey bir çok ‘sol’ çevre ve yazar tarafından da dillendirildi. Solun Abdullah Gül gibi bir Amerikan Gül’ünün adaylığını desteklemesi gerektiğini ileri sürmek ve demokrasiyi korumak adına ABD emperyalizminin BOP için Türkiye’de en uygun gördüğü aktör olan AKP’yi desteklemek Türkiye’ye demokratizm gözlüğünden bakmanın sonucudur. Her şey bir yana NATO üyesi olan 12 Eylül gibi Amerikancı bir darbeyi gerçekleştirmiş ve bugün Türkiye’nin en büyük sermaye kuruluşu haline gelmiş bir orduyu bu başlıkların hiçbirine değinmeden sadece AKP gibi Amerikan işbirlikçisi, gerici tarikatların desteği ile iktidara gelmiş ve Türkiye tarihindeki en ciddi toplumsal gericileşme sürecini başlatmış bir partiye karşı tavrından dolayı eleştirmek solun tavrı olamaz. Yukarıda da belirttiğim gibi buradaki temel sorun Türkiye’ye demokratizm gözlüğüyle bakmak ve işbirliği yapacak odak aramaktır. AKP’den milletvekili aday adayı olan bir burjuva politikacısının Türkiye tarihine bakarken DP’nin sermaye ilişkilerinden bahsetmemesi yada AKP’nin BOP için ideal bir aktör olduğunu bir kenara bırakıp meseleye sadece demokrasi boyutundan bakması eşyanın doğası gereğidir ancak sol olduğunu iddia eden bir öznenin bunu yapması ancak demokratizm gözlüğünün siyasal miyopluğa yol açmasındandır. Türkiye solu kendine yamanacak bir burjuva odak arayan bir oluşum olamaz. Türkiye solu bağımsız sosyalist bir Türkiye hedefi için işçi sınıfını ve yurtseverleri harekete geçirecek bağımsız bir siyaset üretebilmelidir.
Erdem Akyol
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder