14 Nisan 2009 Salı

Şeriatçının Rüyası

2008 yılında gece geç saatlerde yayınlanan bir tartışma programında türban gündemli bir tartışma yapılıyordu. Öğrencilerin de soru sormak ve katkı yapmak amaçlı katıldığı bu programda türbanlı ve türbanı savunan gençler nasıl ezildiklerini anlatıyorlar ve üniversitede uygulanan türban yasağı dolayısıyla nasıl eğitim haklarının gasp edildiğinden bahsediyorlardı. Dini inançları yüzünden eğitim alamadıklarını belirten bu “gençler” son derece masum olduğunu ileri sürdükleri taleplerini yineliyor ve bu taleplere karşılık veremeyen ceberut devleti suçluyorlardı. Bununla da kalmıyor her hak arama girişimlerinde karşılarına aynı devletin polis gücünün çıktığını ve bu gücün fiziki şiddetine maruz kaldıklarını anlatıyorlardı.

Hepsi otuzlu yaşlarında olan ve neredeyse yine hepsi evli olan bu “gençler” türban konusunda demagoji yapmaya o kadar alışmışlardı ki meselenin boyutlarını bilmeyen ve aynı gerici güruhun insanlık dışı eylemlerinden bihaber olan bir kişi gerçekten bu konuşmalar karşısında göz yaşlarına boğulabilirdi.

Ta ki bu “mazlum gençlerden” hızını alamayan birinin nasıl ezildiklerini anlatmak için başladığı konuşmanın sonunda gözünden ateş saçarak, “biz sadece üniversitelere türbanla girmek istemiyoruz, türban yasağını koyanları da şeriat mahkemelerinde yargılamak istiyoruz” diyene kadar. Bir anlık sinir bu “mazlumların” aslında özgürlükten ne anladıklarını ortaya koyuyordu. Bu gafı izleyen alkış tufanı ise bu özgürlük anlayışını oradaki bütün “mazlum gençlerin” paylaştığını gösteriyordu.

Gericilerin fiziki saldırıları dahil olmak üzere benzer tartışmalara alışkın biri olarak bile bu “gencin” konuşması benim kanımı dondurmaya yetmişti ancak iddiasının Türkiye için çok güncel bir durum olduğunu sanırım çok geç fark ettim.

Türkiye’de iktidar perspektifi olan şeriatçı bir örgütlenmeden öte toplumsal yaşamın gericileşmesinin ve AKP’nin daha büyük bir tehlike olduğunu sürekli vurgulamama rağmen kişisel olarak durumun vahametinin tam da farkında olmadığımı söyleyebilirim. Ergenekon’da 12. dalgaya dair haberleri izlerken gerçeğin istilası ile baş başa kaldım. Son birkaç yıldır siyasi olarak işaret ettiğimiz gericileşme tehlikesinin ne kadar büyüdüğünü ve aslında şu anki haliyle bile “mazlum gencin” ağzından salyalar saçarak kurduğu hayallerin dahi ötesine geçtiğini bugün tam olarak fark ettim.

Ergenekon operasyonu ile birlikte türban yasağını destekleyen bir çok üniversite rektörü ve akademisyen göz altına alınmıştı. 12. dalga dikkatimin biraz daha türban meselesine yoğunlaşmasına yol açtı. “Mazlum gencimizin” rüyası gerçek olmuştu. Belki şeriat mahkemesi değil ama bu ülkenin kendi hukuk sistemi türban yasakçılarını yargılamaktaydı.

Marx 18. Brumaire’de Napolyon için “tarihte olaylar iki kez tekrarlanır ilkinde tragedya ikincisinde komedi olarak” der. Napolyon’un hükümet darbesinin bir diğer tekrarı da sanırım bugün ülkemizde gerçekleşmektedir hem de neredeyse harfi harfine aynı biçimde. Fransa’da cumhuriyetçiler ve kralcı fraksiyonlar dahil burjuvazinin bütün kesimleri 1848 ayaklanmalarından sonra devam eden süreçte devlet başkanı olan Napolyon’u kendisinden nefret etmelerine rağmen desteklemişlerdir. İşçi sınıfının ve cumhuriyetçi radikallerin ilerici görüşlerine karşı bütün burjuva kliklerinin aptal ve yetersiz bulduğu Napolyon düzenin çıkarlarını koruyabilecek tek kişi olarak görülmüş ve sonuna kadar desteklenmiştir. İşçi sınıfının ve ilerici fikirlerin bu koalisyon tarafından ezilmesi sonucunda Napolyon’a karşı burjuvaziyi ve cumhuriyeti savunabilecek hiçbir unsur kalmamıştır ve Napolyon devlet başkanı olduğu dönemde sömürdüğü hazine sayesinde zenginleştirdiği yardakçıları ile birlikte cumhuriyeti de fes etmiş ve hükümet darbesi ile mutlak iktidarını kurmuştur. Kısacası sınıfsal çıkarları dolayısıyla Napolyon’u destekleyen burjuvazi de Napolyon diktatörlüğünün mağduru olmuştur.

Çeşitli farklılıklar ve özgünlüklerle birlikte Türkiye’de de benzer bir süreç işlemektedir. 12 Eylül’ün öncesinde ve sonrasında ama özellikle sonrasında düzen sola karşı çok güçlü bir devlet yapılanması kurmuş gerek emniyet teşkilatı ve kontrgerillası ile gerekse açtığı okullar ve desteklediği tarikatlarla yaydığı dinci gerici ideoloji ile Türkiye’de solun güçlenmesinin önüne set çekmeye çalışmıştır. Bu projeleri hayata geçirenler, toplumsal gericileşmenin önünü açanlar TSK gibi veya bir dönem üniversite yönetimlerinde bulunmuş kişiler gibi laik ve Kemalist olarak görülen insanlar veya kurumlardır. Miting meydanlarında ayetler okuyan ve İmam Hatip Liseleri açan ordudan, ilerici öğrencileri ve akademisyenleri suçsuz yere soruşturmaya uğratan ve okuldan uzaklaştıranlar yine bu kişilerdir. Düzenlerinin bekası için güçlendirdikleri gerici ideoloji ve örgütlenmeler önce Refah Partisi daha sonrasında ise Adalet ve Kalkınma Partisi’ni yaratmıştır.

ABD emperyalizmi ve Türkiye sermaye sınıfı açısından bulunmaz Hint kumaşı haline gelen, düzenin işçi sınıfına karşı bekası ve emperyalizmle entegrasyonu için en iyi unsur olarak görülen AKP iktidarı bu alternatifsizliğin verdiği rahatlıkla ve iktidar olmanın olanaklarını da kullanarak güçlendirdiği yandaş sermaye ve medyası ile birlikte kendi diktatörlüğünü ilan etmiştir. Bugün AKP karşıtı olan medya gruplarına bakıldığından AKP iktidarının ilk yıllarında nasıl AKP yanlısı haber yaptıkları rahatça görülebilir.

Kısacası kapitalist sistemin bekası için işçi sınıfı ve sola karşı gericilikle kol kola giren Kemalist kurum ve çevreler aslında kendi mezar kazıcılarını yaratmıştır. Sola karşı kullanılacak bir yapı olarak güçlendirilen gerici örgütlenmelerin siyasi açılımları ile emperyalizmin çıkarları uyuştuğu noktada AKP kendi diktatörlüğünü ilan etmiş ve zamanında onun alanını sınırlamaya dair adım atanları cezalandırmaktadır. AKP’nin bu cüreti bulabilmesindeki en önemli nokta karşısında ona direnç oluşturabilecek güçlü bir sol örgütlülüğün olmamasıdır. Zamanında gerek yaptıkları katliamlarla gerek gericiliğin ve piyasanın önünü açan adımlarla solu tasfiye edenler şimdi bunun bedelini ödemektedir.

Eğer mesele sadece onlar olsaydı “zaten AKP’den fazlasını hak etmiyorlar” derdik ama bu ülkenin halkı AKP’yi hiç hak etmiyor.

Hiç yorum yok: